Celal Yıldırım Meali |
|
Tâ - Sîn - Mîm.(26:1) | |
Bu, açık-seçik (aynı zamanda açıklayıcı) Kitab'ın âyetleridir.(26:2) | |
(Ey Peygamber!) Onlar dosdoğru imân etmiyeoekler diye neredeyse kendine yazık edip kıyacaksın.(26:3) | |
Biz isteseydik onlara gökten bir âyet (acık bir belge ya da mu'cize) indirirdik de onlar ona boyun eğip eğilirlerdi.(26:4) | |
Onlara Rahmân'dan ne kadar yeni bir öğüt geldiyse mutlaka ondan yüzçevirdiler.(26:5) | |
Cidden (onu) yalanladılar. Alaya aldıkları hususların haberi kendilerine gelecektir.(26:6) | |
Yeryüzüne bakmadılar mı? Onda gönül çekici her (bitki)den nice çiftler yetiştirdik.(26:7) | |
Şüphesiz ki bunda açık bir belge vardır, ama onların çoğu inanmazlar.(26:8) | |
Rabbin gerçekten çok üstündür, çok güçlüdür ve çok merhamet sahibidir.(26:9) | |
(10-11) Hani bir zaman Rabbin, Musâ'ya : «Zulmü âdet edinen millete, Fir'avn'ın milletine git; artık (Allah'tan) korkup (inkâr ve azgınlıktan, haksızlık ve taşkınlıktan) sakınmıyacaklar mı ?» diye seslenmişti.(26:10) | |
Musâ: «Rabbim! Doğrusu (beni) yalanlıyacaklarından korkuyorum da,(26:12) | |
Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da peygamberlik gönder.(26:13) | |
Hem onların benim üzerimde bir (cinayet) günahı vardır; bu yüzden beni öldüreceklerinden endişeliyim» demişti.(26:14) | |
(Allah ona): «Hayır, bırak bu endişeleri» dedi; açık belge ve mu'cizelerimizle ikiniz (onlara) gidiniz. Şüpheniz olmasın ki biz sizinle beraberiz ; (olup bitenleri) işitiriz.(26:15) | |
İkiniz Fir'avn'a gidin de ona deyin ki:«Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin peygamberleriyiz;(26:16) | |
İsrail oğulları'nı (salıver de) bizimle gönder.»(26:17) | |
(Fir'avn onlara): «A, seni çocukken aramızda besleyip büyütmedik mi ve sen ömrünün birkaç yılını bizde (geçirip) kalmadın mı ?!(26:18) | |
Yapmak istediğini yaptın ve sen (cidden) nankörlerdensin,» dedi.(26:19) | |
Musâ, «o işi ben henüz (peygamberlik) yolunda değil iken yapmıştım» dedi.(26:20) | |
«Sizden korktuğum zaman da aranızdan kaçtım, derken Rabbim bana hüküm ve hikmet verdi ve beni peygamberlerden eyledi.(26:21) | |
Sizde büyütülmemi başıma kakılan bir nîmet (görüyorsan bu), israil oğulları'nı kulköle edinmendendir.»(26:22) | |
Fir'avn ona: «Âlemlerin Rabbı ne demektir ?» diye sordu.(26:23) | |
Musâ, «göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbıdır. Kesin olarak bilip inanırsanız (bu böyledir),» dedi.(26:24) | |
Fir'avn çevresindekilere, «işitmiyor musunuz ? (Ben ne sordum, o ne cevap verdi!)» dedi.(26:25) | |
(Bunun üzerine Musâ): «O, sizin de Rabbınızdır ve daha önceki atalarınızın da Rabbıdır» dedi.(26:26) | |
Fir'avn, «doğrusu size gönderilen elçinin elbette aklî dengesi bozuktur» dedi.(26:27) | |
Musâ, «eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, (bilin ki) O, doğunun da, batının da, ikisi arasındaki şeylerin de Rabbıdır; (bütün bunları yaratıp meydana getiren, terbiye edip kemâle erdirendir).» dedi.(26:28) | |
Fir'avn, «eğer benden başka ilâh edinirsen, elbette seni zindanlıklardan ederim» dedi.(26:29) | |
Musâ ona : «Sana açık-seçik bir belge (ve mu'cize) getirsem de mi ?» dedi.(26:30) | |
Fir'avn, «eğer doğru kişilerden isen haydi o belgeyi getir!» dedi.(26:31) | |
Bunun üzerine Musâ, Asâ'sını yere bırakıverdi, derken o çok açık ve belirgin ölçüde bir ejderha (oluverdi).(26:32) | |
Ve elini çekip çıkardı derken o durup bakanlara (pırıl pırıl ışık veren) bembeyaz (bir görünüme büründü).(26:33) | |
Fir'avn, çevresindeki ileri gelenlere, «şüphesiz ki bu, bilgin bir sihirbazdır,(26:34) | |
Sizi kendi ülkenizden sihriyle çıkarmak istiyor; (ey ileri gelenler! Bu hususta) ne buyurursunuz ?» dedi.(26:35) | |
Onlar, «bununla kardeşini gözaltında tut ve (sonra da) şehirlere toplayıcılar gönder de,(26:36) | |
Bilgili olan her sihirbazı toplayıp sana getirsinler» dediler.(26:37) | |
Böylece sihirbazlar bilinen bir günün belli vaktinde toplandılar.(26:38) | |
Halka, «siz de toplandınız mı ?» denildi.(26:39) | |
Üstün gelirlerse, sihirbazlara uyacağımızı umarız dediler.(26:40) | |
Sihirbazlar geldiğinde Fir'avn'a dediler ki, «eğer üstün gelenler bizler olursak bizim için elbette bir mükâfat vardır ?»(26:41) | |
Fir'avn, «evet, o takdirde siz elbette (bana) yakınlardan olursunuz» dedi.(26:42) | |
Musâ, sihirbazlara : «Siz ne atacaksanız, ne ortaya koyacaksanız koyun !» dedi.(26:43) | |
Onlar da urganlarını ve değneklerini yere attılar ve «Fir'avn'ın azizliği hakkı için elbette bizler üstünleriz» dediler.(26:44) | |
Musâ da Asâ'sını yere attı, derken ansızın onların uydurup (göz boyayarak) ortaya koyduklarını yalayıp yuttu.(26:45) | |
Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar.(26:46) | |
(47-48) «Biz âlemlerin Rabbına, Musâ ve Harun'un Rabbına inandık» dediler.(26:47) | |
Fir'avn, «ben size izin vermeden ona imân ettiniz (öyle mi ?) Elbette o size sihir öğreten büyüğünüzdür. Yakında (neler yapacağımı) bileceksiniz. Yemin ederim ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve elbette hepinizi asacağım» dedi.(26:49) | |
Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.(26:50) | |
Biz (senin adamlarından) ilk imân edenler olduktan geri Rabbımızın hatâlarımızı bize bağışlayacağını ummaktayız» dediler.(26:51) | |
Biz, Musâ'ya: «Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü gerçekten siz takip edileceksiniz» diye vahyettik.(26:52) | |
(53-54) Fir'avn da şehir ve kasabalara (asker) toplayıcı yetkilileri gönderdi (ve dedi ki): «Şüpheniz olmasın ki bunlar sayıları pek az birer topluluktur.(26:53) | |
Ve elbette bunlar bize karşı iyice kızgın olup (diş bilemektedirler).(26:55) | |
Doğrusu biz de uyanık tedbirli bir topluluğuzdur.»(26:56) | |
(57-58) Bununla beraber biz Fir'avn ve askerlerini bahçelerinden, pınarlarından, hazine ve yüce-şerefli makamlardan çıkardık.(26:57) | |
Böylece İsrail oğulları'nı (onların yerine) vâris kıldık.(26:59) | |
Güneş doğup ortalığı aydınlatırken Fir'avn ve adamları onları takibe koyuldular.(26:60) | |
İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın arkadaşları, «eyvah ! Elbette yetişilmekteyiz» dediler.(26:61) | |
Musâ (onlara): «Hayır, şüpheniz olmasın ki Rabbim bizimledir; (O, kurtuluş) yolu gösterecektir» dedi.(26:62) | |
Bunun üzerine Musâ'ya: «Asâ'nı denize vur!» diye vahyettik. Böylece deniz yarılıverdi de her parçası büyük bir dağ gibi (yükselip kaldı).(26:63) | |
Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.(26:64) | |
Musa'yı ve beraberindekilerinin hepsini kurtardık.(26:65) | |
Sonra da diğerlerini (denizde) boğduk.(26:66) | |
Şüphesiz ki bu olayda öğüt ve ibret vardır; (ne varki kalanların) çoğu imân etmiş değillerdir.(26:67) | |
Rabbın, gerçekten O'dur yegâne üstün, yegâne güçlü ; O'dur çok rahmet sahibi.(26:68) | |
Onlara İbrahim'le ilgili haberi de oku.(26:69) | |
Hani İbrâhim babasına ve kavmine dedi ki: «Neye tapıyorsunuz ?»(26:70) | |
«Putlara tapıyoruz ve hep onlar için toplanıp üzerlerine kapanırcasına tapmaya devam ediyoruz» dediler.(26:71) | |
(72-73) İbrâhim onlara: «Duâ ettiğinizde sizi duyuyorlar mı veya size yarar ya da zarar verebiliyorlar mı ?» dedi.(26:72) | |
«Hayır, biz babalarımızı böyle yaparlarken bulduk» dediler.(26:74) | |
(75-76) İbrâhim : «Sizin ve önceki atalarınızın nelere taptıklarını (üzerinde düşünüp onların neler olduklarını iyice) görüp anladınız mı ?(26:75) | |
Şüpheniz olmasın ki o taptıklarınız benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbı müstesna. (O benim yegâne dostumdur).(26:77) | |
O ki beni yaratmış ve beni doğru yola iletmiştir.(26:78) | |
O ki beni yedirir ve içirir.(26:79) | |
Hastalandığım zaman O bana şifâ verir.(26:80) | |
O ki beni öldürür, sonra da diriltir.(26:81) | |
O ki, hesap-cezâ günü günah ve kusurlarımı bağışlamasını ummaktayım» dedi.(26:82) | |
Rabbim! Bana hüküm-hikmet ver ve beni iyi-yararlı kişilere eriştir.(26:83) | |
Sonra gelenler arasında doğru bir dil ile (anılmamı) bana sağla.(26:84) | |
Beni Naîm Cennet'inin vârislerinden eyle.(26:85) | |
Babamı da bağışla; çünkü gerçekten o (doğru yoldan) sapmışlardandır.(26:86) | |
Beni (canlıların) dirilip kaldırılacakları gün rezîl ve rüsvay eyleme.(26:87) | |
Öyle gün ki, mal ve oğullar (evlâd) fayda vermez.(26:88) | |
Ancak Allah'a selîm bir kalb ile gelenler müstesna, (onların elbette imânı ve iyi-yararlı ameli fayda verir.)(26:89) | |
(Allah'tan) korkup (fenalıklardan) sakınanlara Cennet yaklaştırılır.(26:90) | |
Cehennem de azgın sapıklar için ortaya çıkarılıp gösterilir.(26:91) | |
(92-93) Onlara, Allah'tan başka taptıklarınız nerede ? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine yardımları oluyor mu ? denilir.(26:92) | |
(94-95) Onlar da, azgın sapıklar da, İblîs'in askerleri de hepsi birden yüzükoyun Cehennem'e itilirler.(26:94) | |
Orada tartışıp çekişerek derler ki:(26:96) | |
Allah'a yemin ederiz ki, bizler gerçekten açık bir sapıklık içinde idik.(26:97) | |
Çünkü sizi, âlemlerin Rabbı ile eşit seviyede tutuyorduk.(26:98) | |
Ve bizi ancak suçlu günahkârlar saptırdı.(26:99) | |
(100-101) Artık (bugün için) ne şefaatçilerimiz vardır, ne de candan sıcak bir dostumuz...(26:100) | |
Ah! Eğer bir defa daha (Dünya'ya) dönüşümüz olsaydı elbette mü'minlerden olurduk.(26:102) | |
Şüphesiz ki bu (anlatılanlarda bir öğüt ve ibret vardır; (ne yazık ki) onların çoğu imân etmemiştir.(26:103) | |
Ve elbette senin Rabbın yegâne üstündür, çok merhametlidir.(26:104) | |
Nuh'un kavmi de peygamberleri yalanladılar.(26:105) | |
Hani kardeşleri Nûh onlara dedi ki: (Allah'tan) korkup (putlara tapmaktan, kötülüklerde bulunmaktan) sakınmaz mısınız?(26:106) | |
Şüphe etmeyin ki ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim.(26:107) | |
Artık Allah'tan korkup bana itaat edin.(26:108) | |
Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ; benim hizmetimin karşılığı ancak âlemlerin Rabbına aittir.(26:109) | |
O halde Allah'tan korkun ve bana uyun.(26:110) | |
Onlar Nuh'a dediler ki: Sana en rezil aşağılık insanlar uymuşken biz sana inanır mıyız?(26:111) | |
Nûh da dedi ki:«Onların yaptıklarıyla ilgili bilgim yoktur, (onların içyüzünü bilmem).(26:112) | |
Bir düşünseniz a, onların hesabını görmek ancak Rabbıma aittir.(26:113) | |
Ve ben mü'minleri kovacak da değilim.(26:114) | |
Ben ancak açık-seçik (şekilde, gelecek olan tehlikeyi haber veren ve işlenilen kötülüklere karşı elîm bir azâbın hazırlandığını duyuran) bir uyarıcıyım.(26:115) | |
Bunun üzerine onlar dediler ki: «Ey Nûh ! Eğer (uyarıdan) vazgeçmezsen elbette taşlanacak (bedbaht)lardan olursun.»(26:116) | |
Nûh : «Ey Rabbim !» dedi, «doğrusu milletim beni yalanladı.(26:117) | |
Artık benimle onlar arasını (hükmederek) ayır ve benimle beraber olan mü'minleri kurtar.»(26:118) | |
Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri (binenlerle ve yüklenen şeylerle) dolan gemide kurtardık.(26:119) | |
Sonra da geride kalanları (suda) boğduk.(26:120) | |
Şüphesiz ki bunda öğüt ve ibret vardır. (Ne yazık ki) onların çoğu imân etmediler.(26:121) | |
Senin Rabbın şüphesiz ki yegâne üstündür, çok merhametlidir.(26:122) | |
Âd (kavmi) de gönderilen peygamberleri yalanladı.(26:123) | |
Hani kardeşlen Hûd onlara dedi ki: «(Allah'tan) korkup (putlara tapmaktan, kötülük işlemekten) sakınmaz mısınız ?(26:124) | |
Şüpheniz olmasın ki ben, sîze gönderilen güvenilir bir peygamberim.(26:125) | |
Artık Allah'tan korkup bana uyunuz.(26:126) | |
Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum ; benim (hizmetimin) karşılığı ancak âlemlerin Rabbına aittir.(26:127) | |
Siz her yüksekçe yere bir anıt yapıp (kendinizden dünyalıkça aşağı olanlarla mı) eğlenirsiniz ?(26:128) | |
Devamlı kalacağınızı umarak birtakım (su kanalları, sarnıçlar, kaleler gibi) sanat eserleri sayılacak yapıları mı (kendinize tek iş ve amaç) ediniyorsunuz ?(26:129) | |
Şiddetle (hınçla) atılıp yakaladığınızda zorbalar gibi mi yakalarsınız ?(26:130) | |
Artık Allah'tan korkun ve bana uyun.(26:131) | |
Bildiğiniz nimetleri size (cömertçe) verenden (O'na karşı gelmekten) sakının.(26:132) | |
(133-134) Size nice nimetlerle, oğullarla, bahçelerle, pınarlarla yardımda bulunmuştur.(26:133) | |
Ben, elbette size karşı o büyük günün azabından endişe ediyorum.»(26:135) | |
Onlar dediler ki: Öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bizim için fark etmez, birdir.(26:136) | |
Bu tutumunuz, öncekilerin (sürüp gelen) âdetlerinden başkası değildir.(26:137) | |
Ve biz azâb edilecek de değiliz.(26:138) | |
Böylece Hûd Peygamber'i yalanladılar. Biz de onları yok ettik. Şüphesiz ki bunda öğüt ve ibret vardır ; ne yazık ki onların çoğu imân etmedi.(26:139) | |
Şenin Rabbın elbette O'dur cok güçlü, çok üstün ; O'dur cok merhametli.(26:140) | |
Semûd (kavmi) de peygamberleri yalanladılar.(26:141) | |
Hani kardeşleri Sâlih onlara dedi ki: «Artık (putlara tapmaktan, Hakk'ı inkâr etmekten) sakınmaz mısınız ?(26:142) | |
Şüpheniz olmasın ki ben sizin için güvenilir bir peygamberim.(26:143) | |
Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim (hizmetimin) mükâfatı ancak âlemlerin Rabbına aittir.(26:145) | |
(146-147-148) Şu bulunduğunuz yerde ; bağlar ve bahçelerde ; pınarlar başında, ekinler içinde, gönül çekici salkım hurmalıklarda güven içinde kendi halinize bırakılacak mısınız?(26:146) | |
Dağlardan da ustaca sayılacak şekilde (fakat) şımarıkça evler yontuyorsunuz : (Bunun böyle devam edeceğini mi sanıyorsunuz ? Hayır aldanıyorsunuz).(26:149) | |
Artık Allah'tan korkun, bana itaat edin.(26:150) | |
(151-152) Yeryüzünde fesâd çıkarıp orada dirlik-düzenlik getirmeyenlerin; inkâr ve azgınlıktan aşırı gidenlerin emrine uymayın.»(26:151) | |
Dediler ki: «Elbette sen büyülenenlerden birisin.(26:153) | |
Sen de ancak bizim gibi bir insansın ; eğer (iddianda) doğrulardan isen haydi bize bir açık belge, bir mu'cize getir.»(26:154) | |
Sâlih, «işte (belge ve mu'cize olarak) bir dişi deve ! Su içme sırası (bir gün) onun, belirli bir gün de sizindir.(26:155) | |
Sakın ona kötü (niyetle) dokunmayın ; sonra büyük bir azâb sizi yakalar» dedi.(26:156) | |
Buna rağmen onlar o deveyi (bacaklarına) vurup devirdiler, (inatla onu) kestiler. (Sonra da) pişmanlık duyarak sabahladılar.(26:157) | |
O sebeple azâb onları yakaladı. Şüphesiz ki (bu olayda) bir ibret ve öğüt vardır; ama onların çoğu imân edenler olmadı.(26:158) | |
Ve senin Rabbin şüphesiz ki yegâne üstündür, çok güçlüdür; çok merhamet edendir.(26:159) | |
Lût kavmi de peygamberleri yalanladı.(26:160) | |
Hani kardeşleri Lût onlara dedi ki: «Artık (putlara tapmaktan, Hakk'ı inkârdan, hayasızca davranmaktan) sakınmaz mısınız ?(26:161) | |
Şüpheniz olmasın ki ben size (gönderilen güvenilir) bir peygamberim.(26:162) | |
0 halde Allah'tan artık korkun ve bana uyun.(26:163) | |
Bu (hizmete) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim hizmetimin karşılığı ancak âlemlerin Rabbına aittir.(26:164) | |
(165-166) Rabbınızın sizin için yarattığı eşleri bırakıyorsunuz da âlemler içinden (kala kala) erkeklere mi (şehvetle) gidiyorsunuz ?! Hayır, siz haddi aşan bir milletsiniz.»(26:165) | |
Onlar dediler ki; «Ey Lût! Eğer (bu tür uyarılardan) vazgeçmezsen elbette (yurdundan) çıkarılanlardan olursun.»(26:167) | |
Lût, «şüpheniz olmasın ki ben sizin yaptıklarınıza iyice içerlenenlerdenim» dedi.(26:168) | |
Rabbim! Beni ve ailemi bunların işleyegeldiği (iğrençliğin günah ve azâb)ından kurtar, (diyerek duâ etti).(26:169) | |
(170-171) Biz de geride kalanlar arasında yaşlı bir kadın (Lût'un eşi) dışında onu ve bütün ailesini kurtardık.(26:170) | |
Sonra da diğerlerini yerle bir edip yok ettik.(26:172) | |
Ve üzerlerine (taştan topraktan bir felâket) yağmuru yağdırdık. O uyarılanların yağmuru ne de kötü !(26:173) | |
Şüphesiz ki bunda bir ibret ve öğüt vardır; ama onların çoğu imân edenler olmadı.(26:174) | |
Ve elbette Rabbın yegâne üstündür, güçlüdür ve çok merhametlidir.(26:175) | |
Eykeli'ler (=Ormanda eyleşen Şuâyb Peygamber'in gönderildiği kavim) de peygamberleri yalanladılar.(26:176) | |
Hani Şuâyb onlara: «Artık (putlara tapmaktan, haksızlık etmekten, Hakk'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız ?(26:177) | |
Şüpheniz olmasın ki ben, size (gönderilen) güvenilir bir peygamberim.(26:178) | |
Bu (hizmetime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim (hizmetimin) karşılığı ancak âlemlerin Rabbına aittir.(26:180) | |
Ölçeği tam tutun; (hak yiyip hakları) eksiltenlerden olmayın.(26:181) | |
Dosdoğru terazi ile tartın.(26:182) | |
İnsanların (haklarından bir) şeyler eksiltmeyin ve bir de sakın yeryüzünde fesâd çıkararak düzensizlik ve bozgunculuk yapmayın.(26:183) | |
Sizi ve sizden önceki nesilleri yaratan (O eşsiz kudret)ten korkun» dedi.(26:184) | |
«Sen ancak büyülenmiş (aklî dengesini kaybetmiş)lerden birisin.(26:185) | |
Sen ancak bizim gibi bir insansın ; biz seni elbette yalancılardan sanıyoruz.(26:186) | |
Eğer doğrulardan isen haydi göğün bir parçasını üzerimize düşür» dediler.(26:187) | |
Şuâyb onlara: «Rabbim yapageldiğinizi cok iyi bilir» dedi.(26:188) | |
Buna rağmen onu yalanladılar. O sebeple gölge (yapan bulutun ortaya çıktığı) günün azabı onları yakalayıverdi. Şüphesiz ki bu büyük bir günün azabı idi.(26:189) | |
Bunda elbette bir öğüt ve ibret vardır. Zaten onların çoğu mü'min değildi.(26:190) | |
Şüphesiz ki, Rabbın çok üstündür, çok güçlüdür, çok merhamet sahibidir.(26:191) | |
Gerçekten bu Kur'ân, âlemlerin Rabbından indirilmedir.(26:192) | |
(193-194-195) Uyarıcılardan olasın diye Ruhu'l-emîn (Melek Cebrail) onu senin kalbine açık-seçik Arap diliyle indirmiştir.(26:193) | |
Hem o, öncekilere (indirilen semavî) kitaplarda da (bazı özellikleriyle) vardır.(26:196) | |
Onu İsrail oğulları'ndan olan ilim adamlarının bilmesi onlar için (gerçeği yansıtan) bir belge ve kanıt değil midir?(26:197) | |
(198-199) Eğer Kur'ân'ı Arap olmayanlardan birine indirseydik, o da onlara bunu okusaydı, yine de ona inanacak değillerdi.(26:198) | |
(200-201) İşte biz onu (=inkâr ve sapıklığı) böylece suçlu günahkârların kalblerine aktarıp soktuk da elem verici azabı görmedikçe mümkün değil ona inanmazlar.(26:200) | |
Bu azâb, farkına varmadıkları bir halde ansızın kendilerine gelir de,(26:202) | |
Acaba bize mühlet verilmez mi ? derler.(26:203) | |
Onlar azabımızı mı acele istiyorlar ?(26:204) | |
(205-206) Söylesen ya, eğer biz onları yıllarca (bolluk ve refah içinde) yararlandırıp geçindirsek, sonra da va'dolundukları (günün azabı) onlara geliverse,(26:205) | |
O yararlandırılıp geçindirildikleri bolluk ve refahın kendilerine bir faydası olur mu ?(26:207) | |
Hiçbir kasaba (halkını), kendilerine uyarıcılar göndermedikçe yok etmiş değiliz.(26:208) | |
Öğüt ve hatırlatmada bulunulmuştur ; ve biz onlara zulmediciler olmadık.(26:209) | |
Kur'ân'ı (hiçbir zaman) şeytanlar indirmemiştir.(26:210) | |
Hem bu, onlara göre uygun ve lâyık da değildir; hem güçleri de yetmez.(26:211) | |
Onlar (inen vahyi) dinlemekten kesinlikle uzak tutulmuşlardır.(26:212) | |
Artık sen, Allah ile beraber başka bir tanrıya duâ edip kullukta bulunma, sonra azaba uğratılanlardan olursun.(26:213) | |
En yakın hısımlarını (bulundukları yolun eğri olduğu hakkında) uyar.(26:214) | |
Mü'minlerden sana uyanlara (tevazu, hoşgörü, rahmet ve şefkat) kanadını (yerlere kadar) indir.(26:215) | |
Bununla beraber (hısımlarından) sana karşı gelip başkaldırırlarsa, de ki: «Şüphesiz ben sizin işleyegeldiğiniz (inkâr, azgınlık ve sapıklık)dan beriyim.»(26:216) | |
O yegâne güçlü, çok üstün, çok merhametli olan (Allah)'a güvenip dayan.(26:217) | |
(218-219) O Allah ki, seni ayakta durduğun halde de, secde edenler arasında dolaştığın durumda da görüyor.(26:218) | |
Çünkü gerçekten Allah işitendir, bilendir.(26:220) | |
Size şeytanların kimler üzerine inip durduğunu haber vereyim mi ?(26:221) | |
Her günahkâr iftiracı, yalancı, sahtekâr üzerine iner.(26:222) | |
Bunlardır (şeytanların iftira ve yalanına) kulak verirler. Çoğu ise yalancıdır.(26:223) | |
(Sapık hayalci) şâirlere ise, ancak yozmuş azgınlar uyarlar.(26:224) | |
Baksana, onlar her vadide avare-şaşkın dolaşırlar.(26:225) | |
Ve yapmadıklarını söyleyip dururlar.(26:226) | |
Ancak imân edip iyi-yararlı amellerde bulunanlar, Allah'ı çokça ananlar ve zulme uğradıktan sonra kendilerini savunup (gerektiğinde) karşı koyanlar müstesna.. O zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâba uğrayacaklarını, nerede dönüp kalacaklarını bileceklerdir.(26:227) | |