Hasan Basri Çantay Meali |
|
Elif, lâm, raa. Bunlar kitabın, (hakıykatları) apaçık anlatan Kur'ânın âyetleridir. (15:1) | |
O küfredenler zaman zaman (nedametle) temennî edecek (ler): «(Âh vaktiyle) müslüman olaymışlar» (15:2) | |
Bırak onları (kendi hallerine): Yesinler, faydalansınlar (eğlensinler), onlar emel oyalaya dursun. Sonra bilecekler onlar. (15:3) | |
Biz hiçbir memleketi, onun (levh-i mahfuzda) ma'lûm (ve mukadder) bir yazısı olmaksızın, helak etmedik. (15:4) | |
Hiçbir ümmet ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onlar (bunu) gecikdirebilirler. (15:5) | |
Dediler ki: «Ey kendisine kitâb indirilen (zât), mutlak ve mutlak sen bir mecnunsun»! (15:6) | |
«(Da'vanda) doğru söyleyenlerdendin de bize melekleri getirmeli değil miydin»? (15:7) | |
Biz o melekleri hak (kın, hikmet ve kaderin bir iktizası) olmadan indirmeyiz. O zaman da kendilerine (ne) mühlet, (ne aman) verilmez. (15:8) | |
Kur'ânı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da, şübhesiz ki, biziz. (15:9) | |
Andolsun, senden mukaddem (gelen) önceki ümmetler içinde de (peygamberler) göndermişizdir. (15:10) | |
Onlara her hangi bir peygamber gelmeye dursun ille onunla istihza (alay) ederlerdi. (15:11) | |
Biz böylece o (istihzâyi) günahkârların kalblerine sokarız. (15:12) | |
(Kendilerinden) evvelkilerin (İmansızlıkları ve istihzaları yüzünden ma'ruz kaldıkları felâketler ma'lûm iken ve o gibiler hakkında ilâhî bir) sünnet (ve kanun) da geçmişken yine onlar buna (bu Kur'ana, bu peygambere) inanmazlar. (15:13) | |
(14-15) Onlara gökden bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar (o zaman da) muhakkak ki: «Gözlerimiz (bir serhoş gözü gibi) döndürülmüşdür. Belki de biz büyülenmişler zümresiyiz» diyeceklerdir. (15:14) | |
Andolsun, biz gökde burçlar yapmış, onları (ibretle) temâşâ edenler için süslenmişizdir. (15:16) | |
Biz onları taşlanan (sürülen, koğulan) her şeytandan koruduk. (15:17) | |
Ancak kulak hırsızlığı eden (şeytan) vardır ki onun ardına da (bakanların) apaçık (gördüğü) bir ateş parçası düşmekdedir. (15:18) | |
Yeri de (döşeyib) yaydık. Onda sabit dağlar (yaratıb) koyduk, oralarda (hikmet ve maslahatla) ölçülmüş her şeyden (münâsib) nebatlar bitirdik. (15:19) | |
Orada hem sizin için, hem rızıklarını te'mîn edemeyeceğiniz kimseler için bir çok geçim (sebeb) ler (i) yaratdık. (15:20) | |
Hiçbir şey (haaric) olmamak üzere (hepsinin) hazîneleri bizim nezdimizdedir.. Biz on (lar) ı ma'lûm bir mıkdar dışında indirmeyiz. (15:21) | |
Biz aşılayıcı rüzgârlar gönderdik. Gökden de su indirib onunla sizleri sıvardık. Bunların hazinedarları da siz değilsiniz. (15:22) | |
Gerçek biz, mutlak biz hem diriltiriz, hem öldürürüz. Biz (Hepsinin) vârisleriyizdir. (15:23) | |
Andolsun, sizden öne geçenleri de bilmişizdir, geri kalanları da biz bilmişizdir. (15:24) | |
Şübhe yok ki Rabb'in, (evet) O, onları (kabirlerinden kaldırıb) toplayacakdır. Hakıykat O, tam bir hüküm ve hikmet saahibidir, (her şey'i de) hakkıyle bilendir. (15:25) | |
Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan yaratdık. (15:26) | |
Cânn'ı da daha önce çok zehirleyici ateşden yaratdık. (15:27) | |
Hatırla o vakti ki Rabbin meleklere: «Ben, demişdi, kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan bir beşer yaratacağım». (15:28) | |
«O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın». (15:29) | |
Bunun üzerine meleklerin hepsi topdan secde etdi. (15:30) | |
Ancak İblîs bu secde edenlerle beraber olmakdan (çekinerek) dayatdı. (15:31) | |
(Cenâb-ı Hak): «Ey İblîs, sen neye secde edenlerle beraber olmadın?» dedi. (15:32) | |
«Ben, dedi, kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın beşer için secde edeyim diye (var) olmadım»! (15:33) | |
(Cenâb-ı Hak) şöyle buyurdu: «O halde çık buradan. Çünkü sen artık koğulmuşsundur». (15:34) | |
«Hiç şübhesiz ceza gününe kadar lâ'net senin tependedir». (15:35) | |
«Ey Rabbim, dedi, öyleyse bana (insanların) kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar mühlet ver». (15:36) | |
(37-38) Buyurdu: «O halde sen (ındallah) ma'lûm olan (bir) zamanın gününe kadar gecikdirilenlerdensin». (15:37) | |
«Ey Rabbim, dedi, beni azdırdığın şey'e (rahmetinden tard etmene) mukaabil ben de andolsun yer (yüzün) de onlar (ın ma'sıyetlerini) her halde süsleyeceğim (onları kendilerine hoş göstereceğim). Onların hepsini, topdan, muhakkak ki, azdıracağım». (15:39) | |
«Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna». (15:40) | |
Buyurdu ki: «İşte bu, bana göre (hak ve lâyık) olan doğru bir yoldur». (15:41) | |
«Benim kullarımın üzerinde senin hiç bir tahakküm (ün) yokdur. Meğer ki azıb sapanlardan sana tâbi' olanlar olsun». (15:42) | |
«Şeksiz şübhesiz onların topuna va'd olunan yer cehennemdir». (15:43) | |
«Onun yedi kapısı, onlardan her kapının (onlara) ayrılmış birer nasıybi vardır». (15:44) | |
Takvaa sâhibleri muhakkak cennetlerde, pınar (baş) larındadır. (15:45) | |
Selâmetle; korkusuz korkusuz girin oraya. (15:46) | |
Biz onların göğüslerindeki kîni söküb atdık (atacağız. Onlar) kardeşler haalinde, karşı karşıya tahtları üzerindedirler (tahtlarına dayanarak oturacaklardır). (15:47) | |
Orada bunlara hiçbir yorgunluk ve zahmet değmeyecek. Oradan bunlar çıkarılacak da değildirler. (15:48) | |
(Habîbim) kullarıma haber (i) ver ki: «Hakîkaten ben (evet) ben çok yarlığayıcı, kemâliyle esirgeyiciyim». (15:49) | |
«(Bununla beraber) benim azabım da elbette en acıklı azabın ta kendisidir o». (15:50) | |
Onlara İbrâhîmin müsâfirleri (olan meleklerimi) de haber ver. (15:51) | |
Hani bunlar onun karşısına girib «Selâm» demişlerdi. O da: «Biz, demişdi, sizden endîşe edicileriz». (15:52) | |
Dediler ki: «Korkma, hakıykat biz sana çok bilgin bir oğul müjde ediyoruz». (15:53) | |
«Bana, dedi, ihtiyarlık çökmüşken (nasıl olub da) müjde verdiniz? Bu tebşiri neye istinaden yapıyorsunuz»? (15:54) | |
Dediler: «Seni hak olarak muştuluyoruz. O halde ümîdini kesenlerden olma». (15:55) | |
(İbrâhîm): «Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümidini keser»? dedi. (15:56) | |
«Ey gönderilenler (elçiler), dedi, daha işiniz (me'muriyetiniz) ne»? (15:57) | |
Dediler: «Gerçek biz günahkarlar güruhuna gönderildik». (15:58) | |
«Şu kadar ki Lût ailesi bunların dışındadır. Biz onları, hepsini behemehal kurtarıcılarız». (15:59) | |
«Karısı başka. Biz onun mutlakaa geride kalan kimselerden olması (lüzum) unu takdîr etdik», (15:60) | |
Vaktâkî elçi (melek) ler Lût ailesine geldi. (15:61) | |
(Lût) dedi ki: «Herhalde siz tanınmamış bir zümresiniz». (15:62) | |
Onlar da: «Hayır, dediler, biz sana onların, hakkında şek etmekde oldukları şey'i (azabı) getirdik». (15:63) | |
«Sana Hak (kın emri) ile geldik. Biz şübhesiz doğru söyleyenleriz». (15:64) | |
«O halde gecenin bir kısmında aileni yürüt, sen de arkalarından git. Sizden kimse ardına (dönüb) bakmasın. Emr olunacağınız yere geçib gidin». (15:65) | |
Ona şu (kat'î) emri vahyetdik: «Sabaha çıkarlarken onların arkası behemehal kesilmiş olacakdır». (15:66) | |
Şehir halkı sevine sevine (müsâfirlerin yanına) geldi. (15:67) | |
(Lût) dedi ki: «Hakıykat bunlar benim müsâfirlerimdir. Binâenaleyh beni rüsvay etmeyin». (15:68) | |
«Allahdan korkun. Beni tasalandırmayın». (15:69) | |
«Biz seni, dediler, elâleme karışmakdan, (bizim bu gibi işlerimize müdâhale etmekden) men etmedik mi»? (15:70) | |
(Lût) dedi: «Eğer (dediğinizi) yapıcılarsanız işte bunlar, (işte) kızlarım». (15:71) | |
(Habîbim) seni ebedî yâd-ı cemîline yemîn ederim ki onlar serhoşlukları (azgınlıkları) içinde muhakkak serserî bir halde idiler. (15:72) | |
Derken onları, işrak vakfına girdikleri sırada, o (korkunç) ses yakalayıverdi. (15:73) | |
Hemen (şehirlerinin) üstünü altına getirdik. Tepelerine de balçıkdan pişirilmiş bir taş (yağmuru) yağdırdık. (15:74) | |
Elbette bunda fikr-ü firâseti olanlar için ibretler vardır. (15:75) | |
O (şehrin haraabeleri) hakıykat (herkesin göreceği, Kureyşin işlediği) bir yol üstünde (haalâ) durucudur. (15:76) | |
Bunda îman edenler için muhakkak bir ibret vardır. (15:77) | |
Ashaab-ı Eyke de cidden zaalim (kimse) lerdi. (15:78) | |
Onun için bunlardan da intikam aldık. (Bu yerlerin) ikisi de apaçık bir yol (üzerinde) dir. (15:79) | |
Andolsun ki ashaab-ı Hicr de peygamberleri tekzîb etmişlerdir. (15:80) | |
Biz onlara âyetlerimizi vermişdik de bunlardan yüz çevirici idiler. (15:81) | |
Onlar dağlardan emîn, emîn evler yontub oyarlardı. (15:82) | |
Derken onları dahi sabaha girdikleri sırada o (korkunç) ses yakalayıverdi. (15:83) | |
Binâen'aleyh kazanageldikleri (irtikâb etdikleri) o şeyler kendilerinden (hiç bir azabı) defi edemedi. (15:84) | |
Gökleri, yeri ve aralarındaki şeyleri biz hak (ve hikmete uygun) olmayarak (şer ve fesadın devam etmesi için) yaratmadık. Elbette o saat gelecekdir. Şimdilik sen aldırış etme, (onlara karşı) güzel (ve tatlı muaamelede) bulun. (15:85) | |
Şübhesiz ki senin Rabbin (seni de, onları da) hakkıyle yaratanın, (senin de, onların da haalini ve her şey'i) kemâliyle bilenin kendisidir. (15:86) | |
Andolsun ki biz sana (namazın her rek'atında) tekrarlanan yedi (âyet-i kerîme) yi ve şu büyük Kur'ânı verdik. (15:87) | |
Sakın (o kâfirlerden) bir takımlarını faidelendirdiğimiz şeylere (servete ve sâireye) iki gözünü dikib uzatma. Onların karşısında tasalanma. Mü'minler için de (şefekat kanadını indir. (15:88) | |
Ve de ki: «Şübhesiz ben, (evet) ben (üstünüze inecek azâb-ı ilâhîyi) açıkça haber verenim». (15:89) | |
(90-91) Nitekim iş bölümü yapanlara, Kur'ânı parçalayanlara da (öyle azâb) indirmişdik. (15:90) | |
(92-93) İşte Rabbine andolsun ki onlara, topuna yapmakda oldukları şeyleri elbette soracağız. (15:92) | |
Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan (kafalarını çatlatırcasına) apaçık bildir. Müşriklere aldırış etme. (15:94) | |
(95-96) Allahla beraber diğer bir Tanrı daha tanıyan o istihzâcılara muhakkak ki biz yeteriz. Onlar yakında (uğrayacakları akıbetleri) bileceklerdir. (15:95) | |
Andolsun, biliyoruz ki onların söyleyip durduklarından göğsün cidden daralıyor (habîbim). (15:97) | |
Sen hemen Rabbini, hamd ile, tesbîh et ve secde edenlerden ol. (15:98) | |
Sana ölüm gelinceye kadar da Rabbine ibâdet et. (15:99) | |